An içinde duygularının seli ile boğulur insan…
Gerçekleri göremez hale gelir,
o anda keyif verene yakınlaşırken aldığı zararı fark etmez insan…
Ya da kimi zaman acılardan kaçarken yeni yaşam kapısında karşılaşacağı faydayı ve keyfi ıskalar insan…
Bir türlü an içinde kalıp, içinde bulunduğu “an” a uyumlu doğru reaksiyonu veremez insan… ya birkaç dakika ilerisinde, ya birkaç dakika gerisinde kalır zamanın; bu yüzden doğru cevabı çoğu zaman göremez insan…
Ya duygularına kapılıp keyfe yakınlaşır veya acısından kaçar; şelale olur akar gider, kayalıklara çarparak savrulur, korkak, ürkek, kaygılı, telaşlı ve sert olur insan… genelde keskin istekleri ile tanınır bu insanlar, kendilerine yanlış gelen düşünce ve isteklerle mücadele eder, farklı düşüncelere sahip olanı ikna etme savaşı verirler, ikna ettikleri ile yola devam ederek yeniden doğrulduğunu zanneder insan… yönünü, istekleri ve kendisine öğretilenlerle kör topal bulmaya çalışırken sahteliklerle boğuşur, yargılarında boğulur insan…
Ya mantığını kullanır, duygularının çoğundan arınır, faydaya yakınlaşır, elinden gelen mücadeleyi/ hareketi oluşturur, farklı bakış açılarına yaşamında izin verir, sabırlı olur, sakin kalır ve gerçeği toplamda görür insan…
Ya geçmişin acılarında boğulup, geçmişteki “yargılarına” takılı kalır;
ya geçmişinden ders çıkarır geleceği “öngörür” insan…
Ya sahte problemler içerisinde oyalana durur, aynı yollardan geçer, benzer insanlar/olaylarla karşılaşır yol boyu şikayet ede durur ve aynı sonuçlara maruz kalır;
Ya gerçek problemini görüp, farklı öykülere, farklı bakış açıları ile yargılarından uzak test ederek güçlenerek ve marifetlenerek çıkar insan…
Ya bir başkasının dayattığı fikirleri, düşünceleri iç dünyasına alır ve kendine ait olmayan prangalarla inanç ve direnç oluşturup oyalana dururken aciz ve seçeneksiz kalır;
ya kendi algısını/gerçeğini, zihnini sorgulayarak arayışa çıkar, özgürlüğe adım atarak ruhuna çözüm arar insan…
Kendi algımızı,
gerçeğimizi,
bakışımızı ve baktığımız açının nereden kaynaklandığını görmek,
sadece bakmamak!
varoluşumuzun gerçekliğini ve içinde maruz kaldıklarımızın dayattığı inançları fark edebilmek, algılayabilmek ve yeniden dizayn edip, gerçeği, kendimizi, insana ait olan gerçeklikleri tanıyarak yeniden anlamlandırabilmeye hazır mıyız?…
An içindeki baskın olan isteklerimizin kaygısı ve korkusundan uzaklaşıp girift düşüncelerden çıkmak, net ve emin bir bakışa geçebilmek, farklılıkları kabul edebilmek,
hakikate yaklaşıp çözüm hakkı elde edip, problemleri çözebilmek, çözülebilmek için
önce kendini tanı!
Gerçek ben kim?
Acıya odaklanıp korkup kaçan, savunma yapan, sadece iç dünyasına aldığı acılar ile hayatındaki tüm tercihleri ve vazgeçişleri bu bakış açısına göre şekillendiren ben mi?
Yoksa keyfe/zevke yaklaşamayacağı için tedirgin olup daha çok ataklar yapan,
atakları içinde kaybolan, hayatın sadece eğlenceli/güzel yanlarını iç dünyasına alıp tercihlerini bu bakış açısı ile oluşturan ben mi?
Hangisi gerçek?
Her ikisinde de hatalar yapıp problem yaşayan ben isem,
daha çok tatmin olacağı zannı ile daha çok “isteğine” yakınlaşıp ya da “istemediklerinden” uzaklaşarak gerçeğe bakıp ama göremeyen,
işiten ama duymayan,
toplamdaki mutluluğu ise hep ıskalayan, karanlıklarda boğulan ve sürekli benzer hataları tekrar eden yine aynı ben olamaz mıyım?
O halde kendini tanımak için önce duygularını tanıman gerekir… çünkü bilmediğin bir düşmanla savaşırsan kaybetmeye mahkumsun demektir…
Sular çok iken kaybettiğini nasıl görür insan…?
önce sularını, duygularını sakinleştir, ehlileştir…
İsteklerin devam ettikçe “baktığın” hep “görmek istediğin” olur…
Görmek istediğim mi gerçek?
Yoksa gerçekte görünen mi?
Bu kimin gerçeği?
Test et!
Herkes mi bir olaya aynı anlamı yükleyip böyle düşünüyor?
Yoksa bir olayda benden farklı düşünenler de var mı?
O zaman hangimizinki gerçek?
Hakikati görmeye, duymaya ve yaşamaya hazırsan, dayatılandan çıkmak, gerçeklik süzgecinden geçirmek için bilginin ve ilmin yolculuğunda ruhunu bulabilmek için kendi zihin arayışına çık…