Bana Balık Verme, Tutmayı Öğret!

Her insan birbirinden farklıdır. Örneğin; bir baba evladım en iyi okullarda okusun, en güzel evlerde otursun diye çalıştım, çalışıyorum. Ben sana bakarım oğlum, arkanda dağ gibibaban var senin. der! Bu ahval ile evladının tüm sorumluluğunu evladı kaç yaşına gelirse gelsin yüklenmeye devam eder. Ancak bir diğer baba “biz kendimiz çalıştık yaptık oğlum, haydi sen de sanayiye diyerek onu kendi sorumluluklarını öğrenmeye teşvik edebilir. 

Bu bağlamda önümüzde iki seçenek vardır; başkaları ile ilgili konularda sorumluluk üstlenen miyiz yoksa kendi sorumluluklarımızdan dahi kaçınan mı? Hazır pişmiş balığı sofra başında bekleyen miyiz, balık tutmayı öğrenme gayretine giren mi?

Bunu sadece ebeveyn evlat ilişkisi olarak düşünmeyelim. Hayatın her alanında yaptığımız her hamle ile yönümüzü belli ederiz aslında… Eşler birbirinin sorumluluklarını fazlaca üstlenerek bunu yapabilirler. İş yerinde göreviniz olmamasına rağmen sizden sürekli bir şeyler talep eden ‘ya canım şunu bir yazar mısın? ‘diyebilen tipler de karşımıza çıkabilir. Yaşam içerisinde bağ kurduğumuz ve bir şekilde iletişimde olduğumuz insanların ya sorumluluklarını üstlenme gayreti içerisine gireriz ya da sorumluluklarımızdan sıyrılmakgayretine…

Doğru olan hangisi?

Bu doğrudur , bu yanlıştır diyerek keskin çizgiler belirlemekten ziyade, dikkat edilmesi gereken husus; miktarlardır. Etrafımızdaki insanların tüm sorumluluklarını üstlenmekle onların elinden gelişme, beceri, marifet kazanma yetilerini aldığımızı fark ettik mi hiç? “Oğlum ben senin yerine bunu hallederim” derken, bir gün evladımızın hayatında olmadığımızda, o çocuğun yüklendiğimiz sorumluluklarını aslında hiç öğrenemediğini düşündük mü?

İşte tam da bu yüzden miktarlardır önemli olan! Zira,“haydi sanayiye” diyip, hiçbir konuda destek vermeyen bir gaddarlık değil kastettiğimiz. Bir baba evladına elbette bir miktar destek verebilir. Bu destek onun öğrenme yetisini elinden almayacak ve tüm sorumluluğunu üstlenmeyecek şekilde olmalıdır. Evde, işte, sokakta ilişkiye girdiğimiz insanlara bir miktar destek olmak, ölçüyü kaçırmadan yardımcı olmak bizi insan yapar ve toplamda bize kazandırır. Aman püf noktayı kaçırmayalım miktarı abartmadan!

Miktarı abartırsak ne olur?

Sorumluluklarını tamamen üstlendiğimiz insanı bir tuzağa sürüklüyoruz. Tuzaktaki kişi bir sahteyi yaşıyor, sonuçlarla ilgili ben yaptım, ben ulaştım zannına kapılıyor. Önüne kurulan sofranın sebebini kendi oluşturduğunu düşünüyor. Osofrayı kurmak için gerekli olan gayreti ortaya koymaktan ziyade, sadece sofraya ulaşmayı düşlüyor. Her şey önüne hazır geldiğinden, marifet kazanamıyor ve sahte bir özgüvene bürünüyor, bürünüyoruz…

Sonuçlarla ilgilenmeye başlıyor rahatlık tuzağına düşen kişi.Derdi, kısa yoldan isteğine ulaşmak oluveriyor. Sebebini ortaya koymadığı sonuçları arzuluyor, kestirmeden sonuçlara ulaşmaya gayret ediyor. Onun bedellerini ödeyen ve geri planda aslında ona düşkün olan kişiye karşı ise, hoyratlaşıp nankörleşiyor. Sonuç olarak; çok sevdiğimiz için sorumluluklarını üstlendiğimiz kişiyi, kendi elimizde ağını ördüğümüz bir tuzağa itiyoruz, RAHATLIK TUZAĞINA!

İnsanın sevdiklerine istemeden yapacağı en büyük kötülük belki de bu, RAHATLIK TUZAĞI,

Bu tuzağa düşmemek ve sevdiklerimize tuzak örmemek temennisi ile…