İnsan, kendi istekleri doğrultusunda problem oluşturur. Bu demektir ki aslında insana problem verilmemiştir. Problem olarak gördüğümüz evlenmek, üniversite kazanmak, iş bulmak, zengin olmak vb. süreçlerin hepsi birer istektir. Bu istekler problem oluşmasını sağlar. Yani bir insanın araba alma isteği varsa onun problemi araba alacak parayı kazanmaktır. Eğer arabayı alırsa problemi çözmüş olur. Ancak alamayacağını kabullenip isteğinden vazgeçmesi de problemi ortadan kaldırır. Bir istekten vazgeçebilmek de o problemin çözümü olabilir. Çünkü insan her istediğini elde edebilecek güce sahip değildir.
Şimdi ufak bir eylem yapalım. Kırmızı bir kalemle işaret parmağınızı boyayın. Ve burnunuzun ucuna yaklaştırın. Gözlerinize bu kadar yakın olmasına rağmen o kırmızı noktayı net göremediniz değil mi? İşte insanın içinde bulunduğu problemlerde böyledir. Karşılaştığımız probleme verdiğimiz her yanlış cevap onu biraz daha büyütür. Bataklıkta hareket ettiğinizde daha hızlı batarsınız. Problemlerde böyledir. Tutunduğunuz her yanlış cevap sizi biraz daha çıkmaza sürükler. Aslında problem aynıdır insan her yanlış cevabında çözüm marifetini kaybeder ve problemin büyümesine sebebiyet verir.
İnsan başka birine akıl vereceği zaman çok basit cevaplar verir. Hemen çözümü bulur. Çünkü başkasının hayatı olduğuiçin olaya objektif bakabilir. Yani duygular katılmadan, mantıksal yaklaşarak… İşin içine duygular girince gerçek görülmez; zanlarla hareket edilir. Kişi, aklına gelen ilk cevap doğruymuş gibi davranır. Oysa zanlarla verilen her cevap problemin büyümesine neden olur. Problemi çözmek zanlarla değil gerçeklerle olur. Duygulardan uzaklaşarak olaya nötr(tarafsız) bakabilmek doğru reaksiyonun verilebilmesini sağlar.
Eylemimize tekrar gelelim. Parmağınızı biraz uzaklaştırdığınızda o kırmızı noktayı net görebilirsiniz. Bu da ancak insanın gerçeğe yaklaşmasıyla mümkün olur. Çünkü insan gerçeğe yaklaştıkça problemindeki gerçeği de algılayabilir. Problemin nedenini, çıkış noktasını bulmadan o problemi çözümleyemez. Ana sebebe ulaşıldığında o problemgerçek mi sahte mi ayrımı yapılabilir. Gerçek problemin çözümü de gerçek olur. Bunun için olayın duygusundan uzaklaşmak gerekir. Çünkü duygular mantıklı düşünmeyi engellerler. Adeta mantıksal akla set kurup doğru karar vermenin önüne geçerler. ‘Ya yalnız kalırsan, ya aç kalırsan, ya borcunu ödeyemezsen, ya o çok sevdiğin ürün kalmazsa…’ Gibi iç sesin oluşması, duyguların aktifliğinden kaynaklanır. Mantığıyla düşünebilen insan yaşadığı bir problemde sebep-sonuç ilişkisi kurabilir; geçmiş-gelecek ilişkisi kurabilir. Eğer o problem gerçekse problemi oluşturan sebepleri değiştirmesi gerektiğini bilir.
İnsanın yaşadığı bir problemin sebebini görebilmesi dışardan bakabilmesiyle mümkün olur. Peki, problemi görmek çözüm için yeterli mi? Olayı algılayıp çözümü davranışa geçirmek, gerçek cesaretin gerektiği yerdir. Bunun için sahte- gerçek ayrımını yapabilmek gerekir. Açlıktan öleceğini bilse dahi asla çalmayı düşünmemek, kendisine zarar veren bir insanla birlikte olmaktansa yalnız kalmayı göze alabilmek… Bunlar ‘gerçek cesaret’ demektir. Gerçek cesareti sergilemek için kişiye, zamana, mekâna göre değişkenlik göstermeyen sağlam iradeye ihtiyaç vardır. Kişi bu gerçeğe yaklaştıkça aslında çözümün o kadar da uzak olmadığını fark eder. Çünkü gerçek problemle çözüm birbirine çok yakındır.
Gerçeği bilmek, insanın problemler karşısında güçlenmesini sağlar. Çünkü gerçek tektir. Zamana, mekâna, kişiye göre değişkenlik göstermez. İnsanın gerçeği bilmesi de isteklerinin değişmesine neden olur. Sonu olan birçok isteğin aslında gerçekten problem olmadığının farkına varır.
Düşünün, hangi isteklerinize ulaştığınızda zihninizdeki keyfi yaşayabildiniz? Etkisi zamanla geçmeyecek isteklerin olması insanı güçlü kılar. Kabullenmek…