İnsan, yaşamı boyunca hep istekleri ile birlikte var olmuştur. Daimî bir düzen içerisinde insanın istekleri hep devam eder. Hayat bir pazar alışverişi gibi düşünülürse, insanın istek havuzu da yüklendiği ve yanında taşıdığı pazar arabasıdır. İstekleri doğrultusunda torbaları arabasına doldurur ve her isteği kişinin yükünü daha da ağırlaştırır. Yani bu dengede, her istek aslında bir probleme denk düşüyor demektir.
İnsanın sürekli isteği onu problemler yaşamaya iter ve kişi yaşamı boyunca sürekli bir problem ile karşı karşıya kalır. Kişi, rastladığı bu problemler karşısında bir çözüm yolu arar durur. Problem çözme yolunda kişinin bir kılavuzu olması, doğru kuralları ve stratejileri bilmesi gerekir. Çünkü bu; insanın doğru kapıdan girmesi, doğru sebepleri ortaya koyması ve buna yönelik bir çözüm dizayn etmesi konusunda kişiye ışık tutar.
Ancak insan bir problem ile karşılaştığında doğru kapıdan girmek bir kenara dursun bilakis kapının ardındakine, yani o süreçteki sonuca odaklanır. Örneğin çocuğu ağlayıp tablet isteyen bir anne o ağlamayı duymamak için anlık bir çözüm olarak o tableti çocuğuna alır. Anne burada sadece sonuca odaklanmış ve anlık bir çözümle sorunu çözdüğü zannına kapılmıştır. Ya da eşinin ona yalan söylediğini öğrenen bir kadın olayın uzamaması, birlikteliğinin devam etmesi ve huzurunun bozulmaması isteklerinden dolayı bu yalanı görmezden gelir.
Ancak bunu yaparak anlık huzura ulaşmış olsa bile toplamdaki huzuru yakalayamaz.
Kişiler bu öykülerde ödemesi gereken yerde bedelleriniödememiş, karşı tarafın da bedel ödemesine izin vermemiş veanlık yatıştırıcılar ile problemin çözüldüğünü düşünmüştür. Fakat anlık yatıştırıcılar ile geçiştirilen problem gittikçe büyür, büyür ve içinden çıkılmaz bir hal alır. Bu durumda insan, an içine sıkışıp kalır. Zihninde gelecekle ilgili bir ümitsizlik,geçmişe dair ise hep acı hâkim olur. Bu da insanın içinde bulunduğu duruma karşı güçsüz kalmasına sebebiyet verir. Güç; insan da kendiliğinden bulunmaz. Kişi, hayatta ortaya koyduğu hamleler ile bir güce sahip olur.
Akıntı yönünde yüzmek kolaydır ama insan akıntıya karşı yüzdüğü zaman güçlenir… Bu da demek oluyor ki; rahatlık tuzağına hapsolmuş birisi güçsüz kalacaktır.
Rahatlık tuzağında büyümüş bir genç, ev almak istediğinde ‘ev alma marifeti’ olmadığından kredi çekip bu isteğini – yani problemini- çözmeye çalışır. Ancak yaşamında beklentisi hep dış dünyadan olduğu için bu sorunu da yine dış dünya kaynaklı bir takviye ile çözmeye çalışmış, yine sonuca odaklanmış asıl probleminin sebebini anlayamamıştır.
Peki insan bu rahatlık tuzağından, sıkışıp kalmış ahvalden nasıl kurtulur?
Bir şeyi elde etmeden önce o konu için girilen zahmete bedel denir. Bedelini ödemeyen insan rahatlık tuzağına düşer. Beklentisi dış dünyadan olduğu için kendi kontrolünde olan süreçlerde çözümü yine dış dünyada arar. İnsan kendi kontrolündeki süreçlerde bedelini ödemeli, beklenti içine girmemelidir. “Ben üzerime düşeni yaptım” diyebiliyor olması kişide bir iç huzur oluşturur ve bu şekilde ne geçmişin acısını ne de geleceğin kaygısını yaşar. Şu an içine bulunduğu an içerisindedir, sonrasını düşünmez. Sonuç yerine sebebine odaklanmayı seçen kişi, basit şekilde çözümü elde etme hak edişini kazanır.
İnsanın en büyük zaafiyeti ‘basit’i basite almak olduğundan,doğru kapıya yönelemez.
İnsana düşen pay ise basitte disiplin oluşturmak ve doğru kapıdan girmektir. Aksi halde insan yanlış kapıdayken doğru olsa ne olur ki…