İnsan, var olduğu günden itibaren bir çok istekte bulunur. Bu isteklerin altında sahip oldukça mutlu ve kalıcı olma zannı yatar. Evlat sahibi olmak ister. Evladının yegâne sahibinin kendisi olduğunu düşünür. Evladıyla neslinin devam edeceğini ve böylelikle dünya hayatında bir şekliyle de olsa kalıcı olabileceğini düşünür.
Bir yandan da, büyüklerimizden, “Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve eğlenceden ibarettir.” diye de birçoğumuz duymuşuzdur.
Aslında baktığımızda, dünya hayatının oyunu ve eğlencesi, duygular üzerine inşa edilen oyunlardır. İnsanoğlu ilişkilerini, yaşam kurgularını zihninde şekillendirdiği oyunlara göre oluşturur. Bu oyunlarla dünyada kalma isteği daha da artar. Böyle bir döngü ile, oluşturulan oyunlar hayatın gerçeği zannedilip yeni inançlar dizayn edilir. Ve geliştirilen yeni inançları ve oyunları ile oyalanır durur insan. Kimi eviyle oyalanır, kimi eşiyle, kimi işiyle, kimileri ise daha başka şeylerle…
İnsan karşılaştığı olaylar karşısında yaptığı kıyaslar ve genellemelerle gerçeği bir çok açıdan saptırır. Başkasının eviyle kıyaslayınca sahip olduğu ev yetmez, bir tık daha büyütmek ister. Sorsan, on yıllık evliliği boyunca eşi her zaman kötü davranıyordur, ve sürekli iyi davranmasını ister. Bu gibi genelleme ve kıyaslarla ân içerisinde heyecanlanır.
Heyecan ise duygu durumunu artırdığı için, olaylar karşısında kalpler neredeyse ağızdan çıkacak gibi olur. Bir süre sonra, anlık reaksiyonlarla neyin doğru neyin yanlış olduğu anlaşılmaz bir hal alır. Bu sebeple bir çok hatalar yapılır. Hatalar bir çok problemi oluşturur ama heyecanla istemeye devam edilir. Ve istekler bu kez problem çözmek için istenir.
Peki çözüm gerçekten isteklerde midir?
“Biraz daha kazanmalıyım, zengin olmalıyım. Çok param olduğunda o da beni sevecek.” diye düşünerek hamleler yaparız.
Oysa bu isteklerle, problem oluşturan hatalar ısrarla devam ettirilir. İnsanoğlu kabul etmediği, yüzleşmediği hatalarla problemin artmasına sebep olur. Davranışlarını değiştirmez. Benzer problemler karşısında aynı davranır. Problemi oluşturan sebebi bulmadığı için sahte çözümlerle oyalanır durur.
İsteklerle problem oluştururken, bir taraftan da kalbine çok ağır yük yüklenir insan. Kimi evini yük edinirken, kimi ise arabasını yük edinir. Kalbinde bu kadar yük barındıran insanın, mutlu olması mümkün olmaz. Bir müddet sonra sahip olduklarının, mahkumu olunur.
Bu yükleri kaybetmeme adına, an içinde kaygı ya da korkuya kapılarak strese girilir. Geçmişte yaşanılan sıkıntı ve acılar düşünülerek, an içinde bin bir türlü korkuyla geçer zaman. Bütün kararlar odaklanılan sıkıntı ve acıya göre alınır. Geçmişte yaşanılanlar hep bugünündedir artık. Ya da gelecekte arzulanan keyiflere, hazlara sahip olunan imkanlarla ulaşılamayacağı düşünülür. Bu yüzden endişe ve tedirginlik içinde hatalı hamleler yapar insan.
Oysa insanoğlu sahip olduklarını amaç değil araç edinmelidir. Bir gün kendisinden gidebileceğini düşünüp, sahip olduklarının geçici olduğunu bilmelidir. Kiminin hayata karşı oluşturduğu “bana bir şey olmaz” eminliği, insanın rehavete kapılmasına neden olur. Rehavet ve tedbirsizlikle, beklenmedik en küçük olumsuzluk karşısında da yıkılır, altüst olunur.
Keşke daha dikkatli olsaydım, şimdiki aklım olsaydı… gibi cümle kalıpları, kemirir beyni. Acısı, ömür boyu yaşanacak pişmanlıklar bırakmaz insanın yakasını.
Başımıza gelen olumsuzluklar, hayatın gerçekleridir. Bu olumsuzluklar her zaman beklentimiz dışında oluşur. Önemli olan hayatımızdaki gerçeklere uyumlu olmaktır. Başımıza gelenleri olduğu gibi kabul etmek, rüzgâra karşı direnmemek… Ancak rüzgâra karşı direnmeyince, rüzgarla başa çıkmanın yöntemini de oluştururuz. Rüzgarı kendimize göre değiştirme çabasına girmek, boşuna oyalanmaktır. Oysa kabul etmekle başlar mücadele.
Rüzgarla mücadele ederken; “Elimden geleni yaptım” sözü sonuç ne olursa olsun, bir iç huzur oluşturur.