Dünya Kimliğinin Bahçesi

Sen ne güzelsin öyle!
Işığında; kaybolan bir yelken gibi yol bulmamızı sağlayan,
Kışın yapraklarını dökerek, yazın dallanıp yeşererek;
Canlılara yaşama imkanı sunan,
Doğaya yuva, bize nefes olan,
Her zaman diliminde yanımızda olan orman!

Her canlının ışığını bulduğu bir mekan yok mudur bu hayatta? İhtiyaçlarını temin edebildiği, yolunu bulabildiği bir diyar… Orman gibi… 

Güneş ısıttığında yemyeşil bir doğa; güz geldiğinde kızıl yapraklar… Kışın dalları zayıf ama bembeyaz bir örtüyle kaplı, toprağın dört mevsim can bulduğu bir mekan…

Yaz, kış canlılara ev sahipliği görevini yapmaktan geri durmaz. Bazı canlılar mevsim değişikliğinde oradan göç ederken yerlerine başka yerlerden göç eden canlılar gelir. Bu döngü hiç aksamadan devam eder. Canlılara hep kucağını açar. Bunu yaparken asla şikayet etmez. Karşılık beklemez. Her koşulda, kendisine ihtiyaç duyana karşı hep verebilme marifeti vardır. Birçok türden canlıya çeşitli imkanlar oluşturur bunu da adeta gülümseyerek sunar. Tavır yapmaz, beklentiye girmez… Bu da onu çok karizma yapar. Etrafındaki canlıları çekmesinin nedeni budur. Peki, bu kadar farklı canlıyı kendine çeken ve diri tutan, biz insanlara da temas etmek istemez mi? 

Aslında her hamlesi doğrudan ya da dolaylı bir şey anlatır bize.

Dayanıklılığı, zor anlarda güçlü olmayı; güçlüyken bir dalında kuşa yuva olmayı öğretir. Doğaya, bizlere, kucağını öyle bir açar ki! İnsan eliyle bile tahrip edilse yeniden canlanmayı bilir. Belki de karizma olan, çekici bulduğumuz yanı bu gücüdür. Her zaman diri kalmayı ve bu dirilikle ihtiyaç görebilmeyi kendine marifet edinmiştir. Kışın soğuğunda, yağmurun esintisinde, yazın kavurucu sıcağında… Her mevsim geçişinde yeniden doğar. Yaşam ile ölüm arasındaki ince detayları sunar bizlere. Nasıl ayakta kalınması, yuva olunması gerektiğini gösterir.

Ne yazık ki biz insanlar onu doğru anlayamadık…

Yeri geldi kabuğunu kazıdık, yeri geldi yaşken kestik. Yangınlar çıkardık, fabrikalar yaparak birçok olumsuz sürece altyapı oluşturduk. Sadece kendi isteklerimiz için yaptık bunları, anlık çıkar uğruna; toplamı düşünmeden… 

Bir zamanlar gezegenimizi kaplayan ormanların yarısından fazlasını yok ettik. Ama bunca tahribata rağmen doğa ve o güzelim ormanlar bize hiç gücenmedi. Vermiş olduğumuzzarara rağmen bir fırsatını bulur bulmaz tekrar diğer canlılara yaşam imkanı sundu. Belki de bu iyileşme özelliklerine dair gösterilebilecek en iyi örnek, en büyük felaketlerden birinin yaşandığı Çernobil bölgesidir.

1986’da Çernobil Nükleer Santralindeki dört reaktörden biri patladı. Çernobil’i hayalet kasabaya dönüştürdü. Bölgeden yüz binden fazla insan tahliye edildi. Üstelik bir daha dönmemek üzere…

Yetkililerin söylemlerine göre patlamanın yaşandığı bölge önümüzdeki 20.000 yıl yaşanabilir bir yer olmayacakBölgedeki radyasyona ve bu tahminlere rağmen şaşırtıcı bir gelişme görüldü. Sadece 10 yıl içinde harabeye dönüşmüş kentte bitkiler filizlenmeye başladı. Ve orman kendini yeniden oluşturduğunda hayvanlar ortaya çıkmaya başladı. Karizma olsa olsa böyle olmalıydı. Çekicilik vücuda bürünse böyle olurdu

Artık doğa ve orman, yaşam belirtileri gösteriyordu. Sadece belirtiyle kalmıyor içinde yabani hayvanlar da barındırıyordu. Bu ilk başta nadiren rastlandığını düşündürtse de, kısa zamanda eski kentin yerleşik ve büyümekte olan bir vahşi yaşam topluluğuyla dolu olduğu anlaşıldı. Sadece 20 yıl içinde; Avrupa’daki vahşi yaşamın hakim olduğu yerlerdekine yakın sayıda bir hayvan nüfusunun oluştuğu saptandı. Bu değişim sadece 30 yılda görüldü. Bu süreç, ormanların olağanüstü iyileşme/iyileştirme gücünün bir kanıtıydı.

Orman kendisine verilen zarara rağmen, yenilendi ve tekrardan bir yaşam alanı sundu. Hayatta bir boşluk yoktu çünkü. Eksilen, boşalan kısmını tamir edebilecek bir güce sahip. Her defasında onu yakıp yıkmamıza, dallarını kırıp ona zarar vermemize rağmen insanlık ve diğer canlılar için ihtiyaç olan ne varsa vermeye devam ediyor. Her zaman diri, her zaman güleç…

Sayısız canlı türüne yaşam kaynağı olan ormanların hayret verici yetenekleri karşısında insanın hali nasıldır?

Her şeyin her şey ile bağlantılı olduğu bu dünyada bizim de diğer canlılarla birçok ortak yönümüz vardır. Dünya; faydalının, zararlının, tembelliğin, çalışkanlığın yahut çekiciliğin görüldüğü bir yerdir. Dünyada gördüğümüz, duyduğumuz ve temas ettiğimiz her şey içimize akar. İçimize akanlarla görür, konuşur, hisseder, arar ve buluruz.  İnsanoğlu her zaman faydalı olana, çekici olana bakar ve bir güzellik arar. İpek saçlı, bal dudaklı bir sevgilinin çekiciliğinden ötedir aradığı. 

Peki ya nedir o çekicilik?
İçine düşmediğin bir derdin hamalı olmaktır.
Davranışlarındaki güzellik ve incelikle esin kaynağı olmaktır.
Duygulara ve zihinlere hitap edebilmek, halden anlamaktır.
Ateşe düşene su verebilmek, derdi olana el verebilmektir.
Dertsiz, dostsuz, ihtiyaçsız gibi olanın gönlüne ışık düşürmektir.
Kendisi ihtiyaçlı olsa bile verebilir olmaktır.

İnsanların kişiliğini bir kap olarak düşünürsek, kiminin kabı boş, kiminin ki yarı dolu, kiminin ki ise kısmen doludur. Ancak kimsenin kabı tamamıyla dolu değildir. İnsanoğlu eksik bir varlıktır. Bu eksiklik onu ihtiyaçlı yapar. Kabını dolduracak, halini anlayacak, eksikliğini giderecek olanı arar. Eksiklik ve ondan doğan ihtiyacı fark edebilmek, ihtiyacı olanın peşine düşmek, kendi peşine düşürebilmektir çekicilik. Girilen her ortama uyumlu olmak; su gibi akışkan, hava gibi görünmez, toprak gibi yeşerten, ateş gibi ısıtan… Tıpkı orman gibi can bulup diğer canlılara da can buldurmaktır.
Maksat ihtiyaç görebilmek, evet…
Peki o ihtiyacı görürken gözlerdeki o parıltı, gönüldeki o huzur…
İşte sır tam da buradadır.
Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yere, su çeşmesi koyulur, bütün canlılara yaşam kaynağı oluşur. O ıssız toprak, herkesi tahrik etmeye başlar. Canlılar o çeşmeye ulaşmak için harekete geçer. O su çeşmesinin yanında bir şehir kurulur. Bu sayede o boş mekan bir an da canlanır. Artık bir hareket başlamıştır. Ancak çoğu insanın önceliği su çeşmesini koymak yerine, şehre ulaşmaktır. Ortaya faydalı şeyler koymaktan ziyade, almaktır.  Almaya alıştıkça tahrik gücünü kaybetmeye başlar. Oysa yapılması gereken kendinde var olan gizli hazineyle, kandil yakmaktır gönüllerde… Bir bardak su olup insana, bir çeşme olup kurumuş topraklara, deniz olup dünyayı canlandırmaktır.

Etrafında yaşayanlara fayda vermek, imkan oluştururken gülümsetebilmektir.
İyi hissettirerek iyi olabilmektir.
Bu muhteşem hissiyata ulaşabilmenin yolu;
Biraz samimiyet, biraz da sahiciliktir…
Tıpkı bir orman gibi….
Yaşamın döngüsünde,

Çekim gücü oluşturarak,

Yeşerterek yeşermektir…

ben Recep YANIK
ve destek veren arkadaşlarım
Derya, Hamza, Kübra ve Münire’ye
teşekkür ediyorum.