Dünyaya, doğaya, çevremizdeki insanlara baktığımızda bir döngü içinde olduğumuzu fark ederiz. Bu döngünün oluşması evrenin sürekli olarak bir hareket içinde olmasından kaynaklanır. Bu hareket içinde temas ettiklerimiz ve etmediklerimiz arasında gider geliriz. Bu süreci oluşturan ise her insan için değişir. Bu değişkenliğin sebebi ise; her insan birbirinden farklı algılar buna bağlı olarak farklı yorumlar katar hayatlarının içine… Her bir insan aslında farklı bir dünyayı temsil eder.
Dünyaya gözlerimizi açtığımızdan itibaren bir şeyleri fark ederiz. Bir bebeği düşünün; daha sonra onun çocukluk dönemini, ergenlik dönemini, yetişkinlik dönemini… Her dönemde farklı bir algı oluşur. Bunun sebebi her dönemin içinde insanlar farklı meraklar oluşturur. Merak, insanın ilgisiyle birlikte meydana çıkar. Bunun için bir ihtiyacın olması gerekir. İhtiyaç fark edildiği an bir düşünce oluşur. Bir konuda düşünce arttıkça oradaki konsantrasyon da artar. Oradaki konu ile ilgili bir birikim, deneyimsellik olmasını ister insan. Dolayısıyla bu düşüncenin eyleme dökülmesi gerekir. Eyleme döküldüğü an insan da bir davranış oluşturur. Bu davranışın altında yatan şey önemlidir aslında. O insana fayda mı veriyor zarar mı; keyif mi veriyor acı mı? Sürecin detaylarına inildiğinde asıl sebepler de fark edilir. İnsanın odaklanması gereken yer öncelikli olarak işin altında yatan faydadır!
Hayat döngümüzü oluşturan, insanların yaşamlarındaki sebeplerde saklıdır. İnsan sürekli bir şeylere sahip olmak ister. O şeylere sahip oldukça bir üstü olan başka bir şeye gözlerini diker. Peki insan o isteklerine sahip oldukça mutlu olur mu?
İstediği şeye sahip olma mücadelesi insanın asıl motive kaynağıdır. Sonunda o isteğe ulaşma düşüncesi insanı heyecanlandırır. Aslında her isteğin altında bir heyecan oluşur. Bu heyecan ile insan, motive olur. Çalışır, çabalar, uğraşır… Sonunda o istediği şeye ulaşır. Çünkü isteklerini karşılayacak bir beceriye sahiptir. Ulaştığı şeyi çok sevdikçe orada takılı kalır. Bir süre sonra o sevdiği şeyden zarar görmeye başlar. Bu bir makam olabilir, bir bebeğe sahip olmak olabilir… Bunlar insanların başarı olarak gördüğü şeylerdir. Bunu başarmak mı yoksa onu başarma mücadelesi vermek mi? Başardığı o şeyi sevdikçe/düşkünleştikçe bazı şeyleri görmezden gelir. Özellikle doğru ve yanlış arasındaki ikilem arasında sürekli gelip gider. İradesini bu iki seçim hakkından birinde kullanır. Hataların kaynağı buradadır. Problemleri burada başlar insanın.
Bu problemlerin çözümü başarma isteğindeki sebeplerde saklıdır. Sonuçta, başaracağı şey bir sonuçtur. Her sonuçta, insan bir durağanlık yaşar. Bu durağanlık içinde tatmin olamaz. Çünkü orada bir hareket, döngü yoktur. Oysaki sebeplere odaklanıldığında insanın algısı artar. Oradaki gelişebileceği yönleri keşfeder, başka ilgilerini görür. Sebeplerin içinde sürekli bir gelişim vardır. İnsanın önceki gününden daha iyi olmasını sağlar. Hayatın içinde, deneyimselliklerine sürekli bir şeyler katar. Bu kattıkları insanı, yönlendiği konuda daha iyi olmasını sağlar. Çevresindeki insanları, doğayı, evrendeki birçok şeyi de anlamaya başlar bu sayede. Anladıkça bilgi isteği daha da artar. Yöneleceği alan birken, iki; ikiyken üç olur… Bu süre zaman ile yavaş yavaş oluşur. Oluştukça insan kendini tanır. Kendi iç dünyasında oluşan evrene cevaplar verir. Bu cevapları vermesi için sorular sorması gerekecektir. Soru insanın zihnindeki süreçlerin merakından dolayıdır. Her soruya verilen cevap insanın hayatındaki bir problemine verilen yanıttır. Bu yanıtla birlikte hemen harekete geçer insan. Düşündüğü şeyin artık davranışa dönüşmesi gerektiğini fark eder. Farkındalık insanın daha bilinç ile hareket etmesini sağlar. İnsan daha da derinleşmeye başlar. Bu derinlik insanın daha güçlü ve ayakta daha sağlam kalabilmesini sağlar. Her seçim başka bir sonucu oluşturacaktır!
Bir şeye sahip olmak mı insanı güçlü kılar?
Yoksa o sahipliğe ulaşırken verdiği mücadele mi?
Sizler hangisinden yanasınız?