Günebakan

“Ah, zaman yorgunu günebakan,
güneşin adımlarını sayan.
Gezginlerin yolu bitirdiği yerde
o güzelim altın ülkesini arayan.”

Günebakan çiçeklerini herkes bilir. İnsanlar ancak günebakan çiçeklerinin varlığını, boy verip de toprak üstüne çıkıp görsel şölenini sergilediği zaman farkederler. Bu görsel şölen günebakan çiçeğinin uzun ve mücadeleli yolculuğunun sonuçlandığı noktadır. Bu sonuca ulaşabilmek için toprağa tohum olup düştüğü ilk günden itibaren başlar mücadelesi. Önce toprağın kat kat altında suya ve kendine yarar besin maddelerine ulaşmaya çalışır. Derdi hayatta kalmaktır ve buna uyumlu olan davranışı ortaya koyar. Kökleriyle toprağa sıkı sıkı bağlanır. Bu mücadelesi yeterli olursa şayet toğrağın üstüne çıkmayı başarır ve güneşe kavuşur. Toğrağın üzerine çıktığı andan itibaren güneş ışığını takip eder.  Tohum olduğu anda güneşe ulaşması gerektiğini bilmeyen günebakan, büyüyüp şartları değiştikçe hayatta kalması için toprak gibi su gibi güneşe de ihtiyacı olduğunu anlar. Güneş nereye dönerse kökünü kopartmadan yüzünü güneşe döner. Peki günebakan çiçeği bu denli hayatta kalma mücadelesi verirken insan ne yapar? 

İnsan yaşamını idame ettirebilmek için bir takım ihtiyaçlara sahiptir. Yemek, barınmak insanların en temel ihtiyaçlarındandır. Bu ihtiyaçları görebilecek güce de sahip olan insan yapısal olarak miskinliğe meyillidir. Bu meylinden ötürü kendisi için olanı hep başkası gerçekleştirsin ister. İnsan dünyaya geldiği anda fizyolojisine uygun bir psikolojik akla sahiptir. Bir bebekten büyük bir adam gibi düşünmesi beklenemez. İnsan fizyolojik olarak büyüyüp geliştiğinde ise ona uyumlu olarak psikolojik gelişmeler de sergilemesi beklenir. Kişi psikolojik olarak gelişemediğinde ise kendisi için isteklerini gerçekleştirebilecek güce, bedele sahip olamaz. Psikolojik olarak büyüyemeyen insan nasıl ki bebekken annesinin onu doyurmasına muhtaç ise hayatta da yaşı büyüdükçe annesi gibi onun ihtiyaçlarını yerine getirecek dış etkenler arar durur. İnsanlar ancak yetiştikleri zaman beklentilerini kendi iç dünyalarına çevirebilirler. Yetiştiricilik ise bedel ile doğru orantılıdır. Bir bebek dahi karnı acıktığında ağlayarak bu ihtiyacını dışa vurur ve süte ulaşmak için ağlama miktarını yükseltir. Bu bebeğin o besine ulaşmak için ödemiş olduğu bedeldir. İnsan bebekken dahi bedel öderken büyüdükçe sadece sonuçları istemeye ve sebepler ortaya koymamaya başlar. İnsandaki sebepleri ortaya koymadan sonuçları isteme ve bu sonuçları da dış dünyanın kendisi için meydana getirmesini bekleme haline rahatlık tuzağı denir. 

İnsanlar sonuçlara ulaştığında mutlu olacağını zannederken mutlu olma süreçleri de sonucun elde edilmesiyle biter. Aslında insanlar sebepleri ortaya koyarken mutluluk duyarlar ancak zanları tam tersindedir. Bu zanlarından dolayı da bazı insanlar sebepleri ortaya koyarken hissedeceği mutluluğu ıskalar ve sadece sonuç isteği içerisinde olur. Rahatlık tuzağında olan insanlar kendileri için istedikleri sonuçları hep başkası gerçekleştirsin ister. İnsan sonuca ulaştığında o sonuçtan mutlu olma sınırı ortaya koyduğu sebepler ile ilişkilidir. Sonucu elde ederken ortaya sebep koymayan insanın elde ettiği sonuçtan mutlu olma olasılığı olmaz. İnsanlar hayatlarına aldıkları insanları sevdikleri için onların ortaya koyması gereken sebepleri kendileri üstlenirler. Bir anne çocuğunun ödevlerini yaparken aslında bunu çocuğunu sevdiği ve onun yorulmasını istemediği için yaptığını savunur. Çocuğunun ilkokulda ödevini yapan anne bu davranışına yirmi yıl daha devam edebilir ancak çocuk otuz yaşına geldiğinde daha bir ilkokul ödevini yapabilecek psikolojik akla sahip değildir. Bu anne şimdi çocuğuna yorulmasın ben yaparım oğlumun ödevlerini diyerek iyilik mi yapmış olur? Yoksa otuz yaşına gelmiş ev geçindirmesi gereken yaşta ilkokul çağındaki hesaplamaları yapamayan yaşı büyük ancak aklı o kadar da gelişmemiş bir birey mi meydana getirmiş olur? 

İnsan sevdiği insanın yükünü hafifletir buna hiç şüphe yoktur ancak yetiştiricilik öyle bir dengede olmalıdır ki yükü alınan kişi de kendi sorumluluğunun bilincinde olup üstüne başkasının yükünü hafifletmek için çaba sarfedilmelidir. Günebakan çiçeğini seven bir kişi nasıl ki onu evindeki dolapta saklamayıp bahçesine ekiyorsa sevdiği insanın da kendi hayat mücadelesinde isteklerini gerçekleştirmesine müdahale etmemelidir. İnsanda tıpkı günebakan gibi şartları ve istekleri değiştikçe kendinde değiştirmesi ve kendine katması gereken özellikleri farketmelidir. Bu farkındalık ile dünyaya geldiği gibi gitmenin değil, kendisine zıttından olumlular katmanın mücadelesini vermelidir. Bu mücadele insanın kendisine verilen hayatı kazanmasını sağlar. Kazanmanın yolu ve stratejisi bu kadar netken insan bebekken dahi fizyolojisine uyumlu olarak ödediği bedeli unutur ve nasıl ki güneşe yüzünü dönmeyen çiçek soluyorsa insan da ömrünü öyle soldurur.