Objektif olmak; kelime anlamı tarafsız olmaktır. Bir olayı değerlendirirken kişisel görüş ve duygulara yer vermeden yapılan değerlendirmedir. Başımıza gelen bir olaya dışarıdan bir gözle bakıp, yorumlayabilmektir.
İnsanoğlu başına gelen herhangi bir olayı değerlendirirken kendi iç dünyasındaki bakış açısına göre değerlendirir. Bu da olayları subjektif yapar. Subjektif yani gerçeğin değil, bireyin duygu ve düşüncesine dayanan bir bakış açısıdır. Karşılaştığımız olayların içi dolu değildir. Yani olaylar nötrdür. Bu yüzden bir anlamı yoktur aslında. Biz olaylara kendi algılarımıza göre bir reaksiyon veririz. Karşılaştığımız olayı olumlu ya da olumsuz yapan kendi iç dünyamızdaki subjektif algıdır.
Subjektif bir algı ile elimizdekilerle tatmin olma olasılığımız yoktur. Öyle ki bu algıya dayanan bir yaşam biçimi, bir üst olduğunu zannettiğimiz hayatlarla, kendi hayatımız arasında kıyas yaptırır. Günümüzde çok yaygın olarak kullandığımız sosyal medyada gördüğümüz hayatlar karşısında hep aynı iç sesi duyarız:
Onlar bu kadar mutluyken, ben neden mutsuzum?
Her şey beni mi buluyor?
Onun arabası var ama o kadar uğraşıyorum, çalışıyorum benim arabam neden yok?
Gibi cümle kalıplarıyla kıyas yaparak acı çekeriz. Zihinsel olarak bir çok istekte bulunuruz. Birçok şeyi elde etmek istiyorum ama elde edecek potansiyelim yok. Sahip olacak imkanlar yokken sadece istemek ve sonuca odaklanmak, çözümsüz problemleri de beraberinde getiriyor.
Hepimiz dış dünyada temas ettiklerimizi, iç dünyamıza alırken mutlak surette farklılaştırırız. Öznel düşüncelerimizle, yargı sistemimizle bir algı oluşturur ve aktarımımızı ona göre yaparız. Dünya sahnemizdeki; sevdiklerimiz, beğendiklerimiz, nefret ettiklerimiz, tartıştıklarımız yargı sistemimize göre oluşur. Kimine göre güzel olmayan bir şey, bir başkası için güzel ve vazgeçilmez olabilir. O zaman insan zihninde zannettiği şeyler gerçeğin kendisi olmayabilir. Zihnimdekilerin gerçek olduğunu düşününce, onlara karşı bağımlılıklarım artar. Onlarsız yapamayacağım inancıyla yaşarım.
Kendi algımıza göre oluşturduğumuz istekleri sonsuzlaştırdığımızda, bize verilenleri de sonsuz sahipleniyoruz. Vazgeçilmez oluyorlar. Oysa hayat sahnesinde bize düşen görev sonuçlara odaklanmak, sahiplenmek arzusu olmamalıdır. Objektif bir bakış açısı ile elimizdekilerin kıymetini bilecek davranışlar ortaya koymaktır. Sahiplenme arzusu bitince problemlere gerçekçi çözümler bulmaya başlıyoruz.
Hayatı objektif olarak değerlendirebilmek…
İçinde bulunduğumuz olaya dışarıdan bakabilmektir.
Kendi potansiyel ve imkânlarımızın farkına varıp, isteklerimizi bu doğrultuda oluşturmaktır.
Aynada kendimizle, yani gerçeklerle yüzleşebilmektir.