Uçmak için bir değil, iki kanadımız olsun diye zıtlıklar vasıtasıyla eğitiliriz.
Binlerce parçadan oluşan bir yapboz… Bir yapbozun en önemli ve olmazsa olmazı olan parça hangisidir? Cevap; hepsi. Her bir parça, yapboz için en önemli parçadır. Sadece bir parça da olsa, eksikliği düşünülebilir mi? Yapboz yaparken hep o son parçayı koyup resmi tamamlamanın hayali ve motivasyonu vardır. Son parça da yerine yerleştirildiğinde resim tamamlanır.
İnsan vücudu da organların ayrı ayrı küçük parçalar gibi olduğu bir yapboz gibidir. Her parça nasıl tam ve eksiksiz ise her organ da kendi içerisinde tam ve eksiksizdir. Yapbozun bu tam ve eksiksiz olan parçaları aynı zamanda birbirlerine de muhtaçtır, ‘tam’ olabilmek için… Tek bir “yapboz” oluşturabilmek için… Ne kadar kendi içerisinde eksiksiz ve tam olsa da, ihtiyaç duyar diğer yanlarına…
Her organ, mükemmel ve aklın alamayacağı kadar kusursuz bir işleyiş içindedir. Görevini, işleyişini sorgulamadan; bıkmadan, yorulmadan sadece kendi görevini ve üzerine düşeni yerine getirmekle görevli. Her bir organ ve doku hatta hücre; kendi yapısı ve işleyişi itibari ile tam ve eksiksizdir. Bu tam ve eksiksiz olması bir besine ihtiyaç duymayacağı anlamına gelmemektedir. Varlığı ile tam olan organlar, varlığını devam ettirebilmek için de aynı zamanda besine ihtiyaç duymaktadır.
Organlar, vücudumuzda bulundukları yer itibariyle tam da olması gereken yerdedirler. Bulunduğu yerin tek eksiği ve olmazsa olmazları onlardır. Kendi içlerindeki ahenk ve uyumları; yapbozun parçaları gibidir. Birinin yerine bir diğeri geçemez. Birinin görevini diğeri yapamaz. Biri olmadan diğeri de hep eksiktir. Kendi tamlığı olmasına rağmen, varlığını devam ettirebilmesi için diğer parçalarına ihtiyacı vardır. Tıpkı bir bütün halinde bir anlamı oluşturan yapboz parçaları gibi…
İnsan vücudu ve en hayati olan organı düşünüldüğünde çoğunlukla akla kalp gelir. Kalp bile bir damla kanın ona sağlayacağı faydaya muhtaçtır. Bu durumda kalbin ihtiyacını sağlayan kan da en az kalp kadar önemli ve anlamlıdır. Kalp, kendi içinde yapısı ve işleyişi açısından mükemmel olsa da, ihtiyacı olan kan sağlanmadığında, bir et parçasından ibaret olur. Bu kadar önemli ve anlamlı olan bir organ, bir anda et parçası haline gelir. Yani ne eksik ise, en önemli olan o oluverir. İhtiyaçlı olan ve ihtiyacı olanı veren bir araya geldiğinde anlam kazanır. Birinin varlığı, diğerlerinin varlığına bağlıdır ve hepsinin varlığı da ihtiyacı oranında önemlidir.
İnsan da dünyaya geldiğinde; tam ve eksiksiz olarak doğar. Ancak büyümek, gelişmek ve yaşamını idame ettirebilmek için besinlere ihtiyacı vardır. İlk anda anne sütü tüm ihtiyacını karşılarken zamanla ihtiyaç duyduğu besinler de farklılaşır. Kendi doğal dengesini koruduğu, doğru beslenmeye dikkat edildiği sürece insan vücudu ve her bir organ kendine biçilen görevini yapmaya devam eder. Sistemin, sağlıklı bir şekilde çalışmaya devam edebilmesi için tek şart, dengenin korunmasıdır.
Bu durum bir zıtlığı içinde barındırır; tam ve eksiksiz olmak ama muhtaç olmak… Bir şey hem kusursuz ve eksiksiz olmayı hem de muhtaçlığı ve eksikliği nasıl barındırır içinde? Bu durum bir bütün olmayı; hareketi ve döngüyü oluşturur aslında. Tam ve ihtiyaçsız olmak, beraberinde durağanlığı doğurur. Oysa muhtaçlık, hareket ve dengenin temel taşıdır. Muhtaç olunana ulaşabilme gayreti hareketi oluşturacağı gibi durağanlığı da ortadan kaldıracaktır. Organların gelişebilmesi için de bir diğer organa muhtaç olması kendi içerisinde hareketi tetikleyen unsurdur.
Hareketin insana fark ettirebildiği bir diğer konu da varoluştaki zıtlıklardır. İnsan da eksiğine olan muhtaçlığı ile hareket eder ve bu sayede gelişir. Gelişmeyle birlikte de hayattaki zıtlıkları algılar. Bir şeyin algılanabilmesi, o şeyin zıddına bakmakla sağlanabilir. Karanlık olmasaydı, aydınlık anlaşılamazdı. Siyah olmasaydı beyaz, yaz olmasaydı kış algılanamaz ve önemleri bilinmezdi. Kış olduğu için yaz anlamlı hale gelir. Her zaman yaz mevsimini yaşasaydı insan, seçeneği olmazdı ve başka mevsimlerin varlığını fark edemezdi. İnsan, kış olduğu için yazın varlığını, güzelliğini fark eder.
Var olan zıtlıklar bir bütünü oluşturur. Bir bütün içerisinde sürekli değişim halindedir. Bu değişimler neticesinde daimi olarak birbirine bağlıdır. Hem de kendi varlığı içerisinde bir parça da olsa zıddını barındırır. Her gecenin içinde bir miktar aydınlık, her sıcağın içinde bir miktar soğuk, her güzelde çirkinlik ve her doğruda eğrilik az da olsa elbette mevcuttur.
Kışın soğuk zamanlarda, soğuk içeceklerin bir anlamı olmaz. O soğuk vakitlerde sıcak bir içecek keyif verir insana. Soğuk kış günlerinde dondurma pek keyif vermez, ama güneşin kavurucu sıcağı altında, tam da dondurmanın vereceği serinliğe ihtiyaç duyar insan.
Yaz ve kış gibi tüm zıtlıklar da hem birbirinin var oluş sebebidir, diğer yandan da eksilme sebebidir. Sürekli bir hareket hali vardır. Artma ve azalmalar olur her iki tarafta da. Evren gibi insan hayatının yaşam döngüsü de zıtlıklar üzerine kurulmuştur. Yaşamı uyumlu ve anlamlı kılan zıtlıkların varlığıdır.
Evren, doğa, insan ve her şey hareket halindedir. Sürekli değişir ve gelişir. Her şey zıddıyla bilinir ve birbirinden ayrılmaz bir ilişki içindedir. Zıtlık temeline dayanan; evrendeki her varoluşun, varlığını sürdürmesi için, zıddına ihtiyacı olduğu gibi bu iki zıtlığın da aynı zamanda dengeyi sağlamaya ihtiyacı vardır. Çünkü zıtlıklar aynı zamanda birbirinin eksiğini tamamlar. Zıtlıklar yoksa hareketlilik yok demektir.
Büyük bir uykunun mevsimidir kış. Yalnızca doğa değil, insanoğlu da onunla birlikte bu uykuya, dinlenmeye hazırlanır. Gündüzler kısalır, geceler uzar. Hava daha karanlıktır. Güneş solgun bir ışık olarak sis perdesinin arkasında kalır. Kar görkemlidir, güzeldir ve tüm soğukluğuyla, erişilmez bir ışıkla aydınlatır bizi. Hava soğuduğunda üstümüzde battaniye, elimizde sıcak bir bardak çay ile kitaplarımıza gömülürüz ve işte o zaman kışın kendine has güzelliklerini bir mucize gibi yaşarız.
Uzun süren kış ayları biter. Kara bulutlar gökyüzünden çekilir, yerini beyaz bulutlara, masmavi gökyüzüne bırakır. İlkbahar gelince insana bir neşe, bir yenilenme gelir. İlkbaharda doğa, bütün güzelliklerini yeniden sunar insana. Hayvanlar uyanır uzun bir kışın ardından. Kışın kurumuş olan koca yeryüzü, ilkbaharda yeniden canlanır, ısınmaya başlar hava. Güneş ışınları ve bahar yağmurları toprağı besler, meyveler, ekinler tomurcuk vermeye başlar. Çiçekler açar, ağaçlar bütün yeşil elbiselerini giyer, kuşlar cıvıldar, bütün nehirler güzel coşkuyla akar.
Yaz mevsiminde bu hareketlilik doruk noktasına ulaşır, ekinler, meyveler olgunlaşır. Hava sıcaklığı artar ve nem iyice gösterir kendini. Karıncalar sıcak günlerin uzun sürmeyeceğini bildikleri için, şimdiden çalışmaya, ambarlarını yiyecekle doldurmaya başlamışlardır. Ağustos böceği ise gece-gündüz demeden eğlence peşindedir. Sonbahar mevsiminde hasat toplanmış olur, sıcaklık azalır, çiçekler, ağaçlar solmaya başlar. Kış ayında ise doğa yeniden uykuya dalar.
Yaşanan olgulardan ders almanın anahtarı, mutlu bir hayat yaşamanın özü zıtlıklarda gizlidir. Zıtlık olmazsa objektif değerlendirme yapılamaz. Çünkü insan, kendini özel kılan aklıyla, ayırt etme yetisine sahip olduğundan, herhangi bir şeyin niteliğini, zıddını dikkate alarak, zihninde canlandırarak değerlendirir. Zıtlığın kavranması, hayata bakışı değiştirir.
İnsan algılayamaz çoğu zaman. Azın içindeki çokluğu, siyahın içindeki beyazı… Aslında fark etse, günün başlangıcı sırasında gecenin en karanlığından sonra güneşin ilk ışıklarının doğduğunu… Fark etse, hayatındaki yükselişlerin yanında düşüşleri… Görecek o zaman büyük resmi, gerçeği. Bir bütün olan hayatının nice zıtlıkları barındırdığını ve aslında tam olmasına rağmen hiçbir şeyin zıttı olmadan, ona olan ihtiyacını karşılayamadan eksikliklerini gideremediğini…
Zıtlıkların birbirine muhtaç olmasına rağmen
Beraberce bir bütün olabileceğinin bilincinde olabilmek ümidi ile…
ben Rıdvan ERASLANOĞLU
ve destek veren arkadaşlarım
Aysun, Huri, Tuğba ve Yahya’ya
teşekkür ediyorum.