Sevgili Ali Bey Amca,
İyi bir adamdı. Evlatlarından, akrabalarından, hatta konu komşudan kim bir şey istese, tüm imkanlarını seferber ederek, hemencecik yerine getirmeye gayret ederdi. Bu yüzden merhametli bir adam derlerdi ona. Çünkü gördükleri ilgi, aldıkları netice işine gelirdi herkesin.. Özellikle evlatları canım der, ciğerini yerdi onun. İmkanlarını ailesi gibi, eşe dosta harcamayı da severdi. Kim yanına gelse, yedirir içirir, bir de ceplerine para sıkıştırıp gönderirdi. Cömert adamdı, hatta sevdiklerine karşı iş müsrifliğe bile varırdı.. Derdi ise, insanlar tarafından sevilmek, iyi bilinmek ve kabul görmekti… “Aman onlar iyi olsunlar da…” derdi.. Aman iyi olsunlar…
Gel zaman git zaman,
Onun bonkörlüğünü bilen evlatları, istemek halinde sınır tanımaz oldular. Tatilde en lüks oteli, arabada en markalısını tercih ederdi Ali amca, ama bir türlü onları mutlu edemezdi… “Bu mu yani şimdi bize layık gördüğün!” diyip burun kıvırırlardı babalarına. O, tüm imkanlarını önlerine serdikçe, onlar da verilenlere karşı tatminsiz, şikayetvari ve hep daha fazlasını ister hale bürünüyorlardı.
Ali Bey Amca, onların bu tavırlarına çok üzüyordu, içerliyordu ama, daha da fazlasını yapmaya gayret gösteriyordu. Buna rağmen, evlatları türlü bahanelerle bir bir sırt dönüp onu terk ediyordu…
Peki neydi hata?
Ailesi, evlatları için elinden geleni sağlamıştı ve sağlamaya da devam ediyordu…
Neden onlardan daha çok sevgi ve hürmet görmesi gerekirken,
şikayet ve memnuniyetsizlik içindeydiler?
Bir gariplik vardı bu işte;
merhamet ettikçe! şiddet görüyordu resmen..
Aslında cevap tam da problemin yanındaydı; kavramlar karışmış, kıvam kaçmıştı…
Kıvamla beraber, muhabbetin tadı da kaçmıştı..
Vericilikte bu kadar aşırı olması, alanların bir karşılık ödemeden ulaştığı şeylerin anlamını yitirmesine sebep olmuştu. İşin kötü tarafı, Ali Amca da verdikçe, evlatlarına karşı daha düşkün olmuştu fark etmeden. Bu yüzden olumsuz, şiddete varan hamlelere karşı gözünü yumup, görmezden geliyordu. “Ne ekersen onu biçersin Ali, sabret.. Gençlik işte, olur bunlar gençlikte..” diye avutuyordu kendini. Böylece haksız ve saygısız oldukları yerde dahi onları affediyordu. Çünkü bu ahvalini “merhamet” sanıyordu Ali Bey Amca.
Acı çekiyor, zarar görüyor ama susuyordu.. Aslında onlarla duygusal açlığını giderdiğini, onlara karşı düşkünlüğü olduğu için affettiğini görmüyordu. Ve bir de ektiğinin iyilik değil, nankörlük olduğunu… Kendi zannı doğrultusunda, onlara isteklerini daha da abartarak vermeye devam ediyordu. Merhamet sandığı tavizlerinin doğurduğu marazların, artan zararların farkında değildi maalesef..
Evlatları ve çevresi ise kendilerine yapılan iyiliği, görev haline çevirdiler. Ondan istemek yerine, kendileri mücadele etmediler. E daha basitti hazıra konmak… Tatminsiz ve teşekkürsüz tavırlarına karşı, daha da fazlasını aldıkça, yaptıkları olumsuzluklara rağmen ödüllendirilmiş oldular. Hak etmemelerine rağmen, ödül ile karşılık aldıkça da Ali Bey Amcaya daha çok zulmeder oldular.
Ah Ali Amca… Keşke bilseydi merhametin gerçeğini… O zaman kaybetmezdi ne gücü ne dengeyi… Sürekli karşılıksız vererek nankör etmezdi kimseyi. Verilene burun kıvıranı daha fazla vererek azdırmazdı. Hele istekleri için çirkeflik edenlere alan bırakmazdı… Bilseydi merhametin gerçeğini, zarara dönen yerde dur demesi gerektiğini de bilirdi çünkü… Aksine, o merhamet sandı zarar olan yerde bile olumlu karşılık vermeyi.. Oysa yoktu ki insanın zarar verme veya görme hakkı.. Bilmedi; gerçek merhameti, iyiliği, tavizi ve ölçüyü.. İyilik olsun isterken, gördüğü ve verdiği zararı önlemeyemedi… Keşke bilse, görseydi zaafiyetlerini.. O zaman bozmazdı; ne kendini, ne evlatlarını, ne çevreyi..
Tüm dengeyi..